
Memleketçilik Kültürü: Türkiye’de İnsanlar Neden Şehirlerini Sahiplenir?
Türkiye’de bir kişinin memleketi, sadece doğduğu yer değil, aynı zamanda kimliğini ve kültürünü derinlemesine hissettiği bir yerdir. Memleket denildiğinde sadece coğrafi bir anlam akla gelmez, aynı zamanda değerler, kültürler ve geleneklerle kurulan, derinlere işlemiş bir bağ gelir. Bu kültür, ”memleketçilik” adı verilen ve özellikle şehirler arası farklılıkların, sosyal aidiyetlerin ve toplumsal bağların güçlü bir şekilde hissedildiği bir olgudur. Peki, memleketçilik kültürü neden bu kadar yaygın ve insanlar neden şehirlerini sahiplenir? Bu soruya hem günlük deneyimlerden hem de sosyolojik teorilerden yanıt bulmaya çalışalım.
Memleket, bir kişinin doğup büyüdüğü, ailesiyle hayatının belli kısmını yaşadığı, anılarının olduğu ve ilk deneyimlerini yaşadığı yerdir. Memleket, aynı zamanda kişinin kimliğinin şekillendiği, tarihsel köklerinin bulunduğu yerdir. Bu bağlamda, şehirlerin sahiplenilmesi, bireylerin geçmişteki bağlarını sürdürme, bu yere ve kültürüne ait olma arzusunun bir yansımasıdır.
Memleket Sevgisi: Kimlik, Dayanışma ve Statü Arasındaki İlişkiler
Sosyolog Edward Said’in göç ve kimlik üzerine geliştirdiği teoriler, insanların bulundukları yerle olan bağlarını anlamada bize yol gösterir. Said, kimliği sadece bireysel bir olgu olarak tanımlamaz. Aynı zamanda toplumsal ilişkilerle şekillenen bir süreç olarak ele alır. Bu bağlamda memleket, bireyin kültürel kimliğinin parçası olur. Bireyin doğduğu şehir onun için sadece mekânsal bir bağ değil, manevi olarak deneyimlediği bir değerdir.
Memleketçilik, aidiyet duygusundan öte, toplumsal dayanışmanın bir aracı olarak da karşımıza çıkar. Emile Durkheim, kolektif bilinçten bahseder. Kolektif bilinç bir toplumu bir arada tutan ortak inançlar, değerler, normlar ve duygular bütünüdür. Büyük şehirlere göç eden bireyler, hemşehrilik dernekleri gibi dayanışma ağları kurar. Böylece kendilerini yabancı hissettikleri bu yeni ortamda bir topluluk duygusu geliştirirler. Kollektif bilinçten bahsederken ritüellere değinmemek olmaz. Durkheim, özellikle The Elementary Forms of Religious Life (1912) adlı eserinde ritüellerin, toplumdaki bireylerin ortak inanç ve değerleri paylaşmasını ve toplumsal bağları güçlendirmesini sağladığını vurgular. Ritüeller, bireyleri bir araya getirir ve toplumda üyeler arasında kollektif bilinç yaratır. Toplumsal bağları güçlendiren ve tekrarlayan pratiklerdir. Durkheim’a göre ritüeller, toplumsal dayanışmayı pekiştirir. Şehirlerin festivalleri, yerel gelenekler ve kutlamalar, insanların şehirleriyle bağlarını güçlendirir. Türkiye’de bayramlar, düğünler, asker uğurlamaları gibi etkinlikler örnektir. Adana’daki Portakal çiçeği Festivali ya da İstanbul’daki Boğazı’ndaki yıllık etkinlikler hem bireylerin şehirlerine aidiyetini kutlar hem de toplumsal kimliklerini pekiştirir.
Memlekete bağlılık bir statü arayışını da karşılayabilir. Max weber’in sınıf ve statü kavramları, memleket bağının toplumsal stratifikasyonla (tabakalaşma) ilişkisini anlamada önemlidir. Türkiye’de bazı şehirler, ekonomik gücün ve sosyal statünün sembolü haline gelirken, bazıları dışlanma ve ayrımcılığa maruz kalabilir. Örneğin, İstanbullu olmak bir prestij meselesi olarak görülürken Anadolu kasabalarından gelmek bazen dışlanma sebebi olabilir. Bu durum, memleket bağının bir dayanışma unsuru olmasından çıkartır, statü söylemleriyle iç içe geçirir.
Pierre Bourdieu’nun habitus kavramını da bu kültürü toplumsal açıdan açıklamak için bir diğer bakış açısı olarak kullanabiliriz. Bireyin memleketine duyduğu bu bağ, sosyalleşme sürecinde içselleştirilen değerler, eğilimler, yatkınlıklar, alışkanlıklar ve toplumsal normlarla şekillenir. Böylelikle şehir, bireyin davranış kalıplarını, dünyaya bakış açısını ve sosyal ilişkilerini etkileyen bir alan haline gelir. Tabiki de toplumsal yapılarla olduğu kadar memleket sevgisi bireysel anılarla da şekillenir. Alfred Schrutz’un fenomenolojik sosyoloji anlayışı da bireylerin yaşadıkları yerle ve alanla kurduğu ilişkilerin günlük deneyimlerden beslendiğini vurgular. İnsanlar doğdukları yeri, toprağı; ilk arkadaşlıklarını, aile bağlarını ve kültürel deneyimlerini hatırlatan bir alan olarak görür. Bu anılar ve duygusal bağlar, memleket sevgisini kişisel bir noktaya taşır.
Sonuç olarak Türkiye’de memleket sevgisi, bireysel kimlikten toplumsal dayanışmaya, sosyal statü arayışından kolektif ritüellere kadar birçok noktayı içerir. Memleketçilik, sadece aidiyet duygusunu kapsamaz. Aynı zamanda bir dayanışma aracı, bir statü simgesi ve kimlik kaynağıdır. Türk toplumu için ise memleket, sadece bir toprak parçası değil, kültürel miras, tarihi kökenleri barındıran ve sosyal ilişkilerin kurulduğu bir yuvadır.
Kaynakça
Köse, A. (2014). Küreselleşme Çağında Bir Aidiyet Zemini ve Örgütlenme Şekli Olarak Hemşehrilik. Akademik İncelemeler Dergisi, 3(1), 221-232.
Şentürk, M. (Ed.). (2021). Türkiye’de Hemşehri Dernekleri: Bir Literatür Değerlendirmesi. Toplumsal Değişim Raporları. TDE Yayınları. https://doi.org/10.51448/tdr.002
Taş, S. (2020). EMILE DURKHEIM’IN SOSYOLOJİK ANLAYIŞINDA TOPLUMSAL İŞBÖLÜMÜ, SOSYOLOJİK YÖNTEMİN KURALLARI, DİN, ANOMİ VE İNTİHAR. Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 13(29), 442-449. https://doi.org/10.12981/mahder.679079
Duygu Dutlucalı
Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
2. Sınıf Temsilcisi